Monday, October 15, 2007

photo credit: Katrin Schoof




Xavier Le Roy: Bir beden tasarımcısı ... ya da ‘bricoleur’

Aylin Kalem

iDANS festivali’nde kaçırılmaması gereken işlerden biri hiç kuşkusuz Xavier Le Roy’nın Self-Unfinished adlı ünlü çalışması. Bu istisnai gösteri, 2001 Mayıs’ında Paris’te Théâtre de la Ville’de izlediğim andan itibaren bedene olan duyarlılığı yüzünden, belleğimde diğer çağdaş dans gösterilerinden ayrı bir yeri oldu. Bunun başlıca nedeni, koreografın çağdaş dans alanına, geçmiş eğitimi nedeniyle yepyeni bir açılım getirmesi.

Moleküler biyoloji doktoru olan Xavier Le Roy, doktora araştırmaları sırasında, bedenle ilgili çalışmaları nedeniyle 27 yaşındayken dansla tanışıyor. 1997 yılından beri de görsel olarak sade ancak düşünsel bakımdan yüklü önermeler içeren çalışmalar ortaya koyuyor.

Le Roy, 1998 yapımı Self-Unfinished’de yapıbozumsal bir yaklaşımla bedeni ayrıştırıyor, inceliyor ve başka biçimlerde değişkenliğinin altını da çizerek yeniden birleştiriyor. Derrida’nın önermeleri ışığında bedenin merkezini yerinden oynatıyor, öyle ki bedeni bir biçimde algılamaya başladığınız anda başka bir şeye dönüştüğüne tanık oluyorsunuz. Yakaladım dediğiniz formlar kayıp başka formlara dönüşüyor. Beden aynı anda hem o, hem de bu oluyor. Siz de algınızı bir ileri bir geri oynatıp algıda seçiminizi yapıyorsunuz.

Derrida’nın ‘bricolage’ terimiyle öne sürdüğü farklı sistemlere ait parçaları bir araya getirme fikrini burada, farklı beden algılama biçimlerini bir araya getirme üzerinden gözlemleyebiliyoruz. Üstelik ortaya çıkan bu yeni tasarım tutarlı ve sistematik değil. Lévi-Strauss ‘bircoleur’ü (bricolage yapan kişi) bir mühendis ile karşılaştırdığında ikisinin birbirine zıt biçimlerde çalıştıklarını savunuyor. Mühendis; yapısı sağlam, tutarlı ve değişmez sistemler oluşturup kendisini yarattığı dilin kaynağı olarak görürken bricoleur, bu sistemlerle adeta oyun oynuyor. ‘Bricolage’ eylemi mantık aramaz, tutarlı değildir, buna karşılık mitopoetiktir. Bu niteliğiyle, yerleşik sistemleri yeniden değerlendirmek için bir alan oluşturur. Herşeyi bir sistem, kuram, felsefe yoluyla açıklama arzusu taşıyan ‘totalizasyon’ fikrine karşı gelir. Bu bağlamda, Xavier Le Roy bedenin fizyolojik olarak değişkenliğini vurgulayarak etrafında oluşturulan antropolojik, sosyolojik, felsefi ve politik saptamaları da yeniden sorguluyor.

Bu çalışma bedene atfedilen ‘gerçeklik’ değerini sarsıyor. Onu algılama biçimlerimizi şaşırtıyor. Bedeni insanın kendisinin yarattığı ve onu nasıl algılamak isterse öyle yapılandırdığı bilinciyle koreograf, günlük beden formunun gerisinde saklı duran potansiyel beden imgelerini ortaya çıkarıyor. Bedenin hayali temsil biçimleri karşısında, seyircinin halüsinasyon gördüğünü zannedeceği anlar sunuyor. Kimi yerlerde trompe l’oeil tekniğini hatırlatıyor, kimi yerlerdeyse iki desenden oluşan grafik bir görselde, gözü farklı odaklara kanalize ettiğinizde bambaşka desenlerin algılandığı oyunlara benzer durumlar var.

Bembeyaz bir sahne, bir masa ve bir sandalyeyle oluşturulan bir laboratuar ortamı içinde, siyah bir leke gibi duran bir bedenin örümceğe, danseden bir çifte, bir maymuna dönüştüğü anlık beliren ve yok olan formlar karşısında izleyicinin algısı sürekli değişime açılıyor. Fiziksel koşullarda gerçekleştirilen bir dizi dönüşüm süreciyle karşılaşılıyor.

Beden anatomik belirsizlikler arasında yüzüyor. Xavier Le Roy’nın üzerindeki gömleği çıkarıp başına geçirmesiyle birdenbire tek bir beden yerine iki ayrı beden algılamaya başlanıyor. Beyazın önünde siyah kıyafetli iki beden, bir kadın ve bir erkeğin güreşini veya dansını andırıyor. Beden yön değiştirir değiştirmez algı yine değişiyor ve başsız bir maymunun yürümesine benziyor. Kollar bacakların, bacaklar da kolların yerini alıyor. Beden baş aşağı algılandığında bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Bu, aynı siyahın üzerindeki beyaza mı bakmalı, yoksa beyazın üzerindeki siyaha mı sorusunu getiriyor, çünkü iki durumda bambaşka şeyler algılanıyor.

Her seferinde geri geri yürüyüp başladığı noktaya gelerek bütün bu farklı algılamaların loop şeklinde her defasında farklı bir beden oluşturduğu gözlemleniyor. Le Roy’nın iDANS’ta sergileyeceği Product of Circumstances adlı sunumunda da belirttiği gibi beden durağan, değişmez bir şey değil, ne kültürel, ne sosyal, ne tarihi, ne de biyolojik olarak...

Self-Unfinished’in Diana Ross’un parçası eşliğinde dansçının sahneyi terk ederek sonlanması, koreografın aslında bedene dair uçsuz bucaksız imge zenginliğine ve yeni olasılıklara doğru bir kapıyı araladığının altı çiziliyor: Upside down, Boy you turn me, Inside out, And round and round...

Self-Unfinished, bir referans noktası olarak çağdaş dans tarihinde çoktan yerini aldı. Le Roy, bedenin belli dans tekniklerini uygulayan bir araç olarak algılanmasının dışına çıkarak bedeni başlı başına bir inceleme nesnesi olarak sahneye taşımasıyla koreografi alanına yeni bir sayfa açtı.