Monday, January 21, 2008

Beyhan Murphy'den Hüsn-ü Aşk'a Dair


bu yazının bir bölümü 22.01.08'de Radikal Gazetesi'nde yayınlandı.

Hüsn-ü Aşk’a Dair 18. yüzyıl Divan Edebiyatı’nın çağdaş bir yorumu.

Arzu diyorlar. Sarhoşluk diyorlar.
Başı sonu yok bu yolun, bilmiyorlar.
Sesim nefesimin gizidir.
Yolum, soluğunun sesinde gizlidir.
Kubilay Tunçer

Aylin Kalem
Shakespeare’in Romeo ile Juliet adlı eseri yüzlerce kez klasik ve modern yorumlarla tiyatro
oyunlarında, filmlerde, balelerde, müzikallerde karşımıza çıkmış; replikleri, sahneleri hafızamıza kazınmıştır. Doğu’nun aşk hikayeleriyle karşılaştırılmıştır: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin... Dünya edebiyatında Aşk’ın temsili olarak yerini almıştır.

Bir de Tanrı’ya, Mutlak Gerçek’e olan aşkın öyküleri vardır. Bu uğurda yapılan yolculuklar, kahramanlıklar, fantastik varlıklarla savaşlar... 16. yüzyıl İngiliz şairi Edmund Spenser’ın The Faerie Queene (Peri Kraliçesi) adlı, erdemlere övgü niteliğindeki alegorik yapıtında Kral Arthur şövalyelerinin “Faerieland” adlı fantastik ülkedeki yolculukları anlatılır. 17. yüzyıl İngiliz şairi John Milton’ın Paradise Lost (Kayıp Cennet) adlı epik şiiri ise Adem ile Havva’nın aşkının, Şeytan’ın önderliğinde cennetten kovulmaları üzerinden anlatımıdır.

Şeyh Galip’in 18. yüzyılda yazdığı Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) adlı yapıtıysa tasavvufi bir mesnevî olmakla birlikte ‘güzellik’ ve ‘aşk’ kavramlarıyla temsil edilen, kadın ve erkek arasındaki aşkın bir soyutlamasıdır. Sembolik ve alegorik öğelerle bezenmiş sürreel bir masal niteliğindedir. Hayal ile gerçeğin birbirine karıştığı bir yolculuktur. İçsel dönüşümü temsil eden fantastik bir kurgudur. Konusu itibariyle evrenseldir, zamansızdır. İşte bu şiirsel öyküyü bu çağa taşımak, ondan bahsetmek, onunla kurulan ilişkiyi yansıtmak, bugünün estetiğiyle sahnede sunmak Beyhan Murphy’nin amacı olmuş.

Beyhan Murphy, Divan Edebiyatı’nın en güçlü yapıtlarından biri, Tanpınar'ın deyişiyle “avîze gibi renk ve ışık dolu şiir”i, Hüsn ü Aşk’ı baleleştirmek değil ancak ona ‘dair’ bir eser koyabileceğinin vurgusuyla İstanbul Devlet Opera ve Balesi için ‘bugüne ait’ bir başyapıt ortaya koymuş. Hüsn-ü Aşk’a Dair’de ‘Güzellik’ kadındır, ‘Aşk’ ise erkek. ‘Sühan’ şiirsel gücü barındıran sözdür. ‘Gayret’ ‘Aşk’ın arkadaşıdır, onun gayretidir; ‘Hayret’ ise engel. Bu öyküde ‘Sühan’ kuş formunda vücut bulur. Aşkı başlatan odur. Edmond Rostand’ın Cyrano de Bergerac adlı oyununda da Roxane’ı Christian’a aşık eden sözün büyüsü değil midir?

Hüsn-ü Aşk’a Dair’de hayranlık uyandıran tüm unsurların eşit derecede özen ve başarıyla hazırlanmış olmaları. Müzik, dans, metin, dekor, kostüm, ışık, film, hepsi de aynı ölçüde minimal estetiğe hizmet ediyor. Hiçbiri diğerinin önüne geçmiyor. Rahman Altın’ın müziği, perküsyonun elektronik seslerle buluştuğu, anlatımı destekleyen efektlerin imgeleri doğurduğu, geçmişle geleceğin iç içe geçtiği başlı başına bir kompozisyon. Kubilay Tunçer’in, Hüsn ü Aşk’ın üzerine hazırladığı şiiri ise, sözün ve yazının gücünü ve gelip geçerliğini yansıtan, anlam kıvraklığı ile kurgulanmış bir ses zenginliği sunuyor. Bu şiiri sahnede kendisi okuyor; bazı temsillerdeyse Memet Ali Alabora yorumluyor. Behçet Malikler’in dekor tasarımı son derece yalın ve işlevsel, özellikle ikinci perdede Ahmet Defne’nin ışık tasarımıyla birlikte sürprizler sunuyor. Ayşegül Alev’in kostüm tasarımıysa son derece çağdaş, yaratıcı ve eseri fütüristik ve fantastik bir seviyeye taşıyan bir görsellik sergiliyor. Şafak Uysal ve Doğuş Bitecik’in film tasarımı bugünün teknikleriyle hazırlanmış, yazı ve metindeki imgelerden yola çıkarak resmettikleri sembolleri kaligrafik bir estetikle sahneye taşıyor. Yeni kuşak dansçıların dans teknikleri ve oyunculukları çok güçlü; dinamik bir varlık sergiliyorlar. Hüsn-ü Aşk’a Dair, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ni uluslararası platformda hiç kuşkusuz başarıyla temsil edebilecek bir eser. İçinde Yüzüklerin Efendisi, The Matrix gibi popüler fantastik filmlerin de estetiğini bulabileceğiniz bu modern bale eserini bugün 20:00’de AKM’de izleyebilirsiniz.

Hiç aşktan özge şey revâ mı
Sarf etmeye inci gibi kelâmı

Binlerce kez tekrar edilse bile
Bıkma sen anlat o şarabı yine

Hem ne varsa alemde hepsi aşktan ibaret
Geri kalan ne varsa; keder, elem, şomluk, dert
Şeyh Galip

No comments: