Monday, January 21, 2008

Garaj’da Mahrem... TimeOut Istanbul, January 08



Mahrem Venedik Dans Bienali’nden sonra ilk kez Türkiye’de oynanıyor.



Aylin Kalem

Türkiye’de çağdaş dansın gelişiminde önemli figürlerden ve İstanbul Dans Topluluğu’nun kurucusu Geyvan McMillen ile Garajistanbul’da sergilenecek Mahrem adlı çalışması ve Yıldız Teknik Üniversitesi Dans Programı öğrencileri hakkında konuştuk.

Mahrem’in oluşum süreci nasıl gelişti?
2005 yılında Venedik Dans Bienali’nde Müslüman kadın bedeni üzerine bir bildiri sunmuştum. Bu bildirinin yanında 15 dakikalık bir gösteri de sunduk. Daha sonra, bu çalışmanın uzun bir versiyonunu sunmak üzere bienalden davet aldım. Ben de daha önce yaptığım Kimlikler adlı çalışmayla birlikte Mahrem’i de 35 dakikaya çıkararak bir program hazırladım. 13-14 Haziran 2006’da “İstanbul Dans Tiyatrosu” olarak gösterimizi sunduk. Bizi davet etmelerindeki neden Müslüman kadın bedenine yaptığımız vurguydu. Çalışmalarımız ilgiyle karşılandı. Avrupa’da Türkiye’deki çağdaş dans alanı çok az tanınıyor. Bu yüzden oldukça ilgi gördük. İşin en güzel tarafı şuydu benim için; bu tekniği nasıl keşfettiniz diye sordular. Sahnede dansçıların gösterdikleri teknik çok özgündü onlar için. Bizi çok farklı buldular. Sanırım bu çalışmayı doğaçlamalardan yola çıkarak oluşturmam böyle bir tekniğin de oluşmasına neden oldu. Dansçıların doğaçlamalar sırasında yaptıkları cümleleri seçip kurguladım. Yani dansçı doğaçlıyor ve ben de onun yaptığı işi kendi yapmak istediğim iş olarak görüyorum. Konuyla birebir ilgili doğaçlamalardan yola çıkıyorum. Aslında daha çok bir yöntemdi bu benim için.

Mahrem’de nasıl bir konu işliyorsunuz?
Yıllardır eserlerimde kadını sorguluyorum; yalnızca ülkemizdeki konumunu değil, evrensel olarak kadını işliyorum. Ülkemizde kadına olan baskı ve şiddet hikayeleri beni çok rahatsız ediyor. Neden kadın kendine yapılan şiddete karşı gelmiyor ve kendini özgür kılmıyor sorusunu hep soruyorum. Toplumumuzda genel olarak kadına baskı uygulanıyor, bu yüzden kadın ürkek yetişiyor. Ben bu çalışmada şiddete razı olmayan kendini özgürleştiren kadını işlemek istedim. Erkeğin baskısını ve kadını yok etmesini göstermenin yanında aynı zamanda da kadını güçlendirdim. Buna inanıyorun zaten. Kadın güçlü olduğu, ne istediğini bildiği ve farkına vardığı takdirde ne yapmak istiyorsa ona ulaşabilir.

Çalışmalarınızda genel olarak toplumsal konuları mı işliyorsunuz?
Evet, ben çalışmalarımda toplumsal hikayelerden yola çıkıyorum; var olan değil de, gözlemlediğim hikayelerden. Bence her insanın bir hikayesi, duruşu ve kimliği var. Önemli olan bunun farkına varmak.

Mahrem’i oluşturmanıza Venedik Dans Bienali mi neden oldu?
Hayır. Ben zaten kadın üzerine bir çalışma yapmayı tasarlıyordum. Bu teklif tesadüf oldu. Ismael Ivo, biz “CRR Dans Tiyatrosu” adı altında çalışırken İstanbul’a gelip Hamlet’i sahneye koyduğu sırada ona, kadını işleyen bir eser yapma arzumdan bahsetmiştim. Hatta Nilüfer Göle’nin bir kitabından çok etkilendiğimi açıklamıştım. O da bu çalışmaya ilgi gösterdi.

CRR’nin dansa destek olmayı bırakmasından sonra nasıl bir yol izliyorsunuz?
“İstanbul Dans Tiyatrosu” olarak topluluğumuzun adını değiştirdik. Bağımsız olarak kendi çabalarımızla devam ediyoruz, bu yüzden de çok kıymetli. Sanatı var eden zaten sanatçı. Sanatçı olmazsa zaten sanat yok. CRR’de yönetim değişince dansı istemediklerini ifade ettiler. Şu anda bir tek zorluğumuz prodüksiyon bütçesi. Elimden geldiğince ben kendim karşılıyorum. Ama zaman içinde gişe hasılatından ve özel sponsorluklardan kaynak oluşturmayı ümit ediyoruz.

Mahrem’i Garajistanbul’a nasıl uyarlıyorsunuz?
Garajistanbul’un sahnesi çok güzel bir sahne. Ama orada sergilenen işlerin oraya yönelik oluşturulması gerek. Hem küçük hem de samimi bir sahnesi var. Oraya göre bir prodüksiyon yapmak çok daha zevkli olur. Mahrem’in bu sahnede oynayabilmesi için dansçı kadrosunu azalttık.

Topluluk üyeleri Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerinden değil mi?
Evet, öğrenci ve mezunlardan oluşuyor. Amaç onlara farklı imkanlar sunmak. “CRR Dans Tiyatrosu” iken de amaç buydu; onlara maaşlı bir ortam yaratmaktı kendi alanlarının içinde. Şimdi tek düzenli maaş aldıkları yer Zeynep Tanbay’ın Akbank Sanat’taki dans topluluğu. Bu topluluğun çoğu dansçıları bizim bölümden. Dansın gelişebilmesi için dansçıların maddi olarak da gelirleri olması gerekir. Maalesef orada zorluk var, hala yenemedik bu durumu. Türkiye’de bir dans topluluğunun var olabilmesi için prodüksiyon aşamasında ciddi bir sponsor desteği alabilmeli. Sanatçı yapmak istediklerini tamamiyle gerçekleştiremiyor çünkü birçok şeyde kısıtlanıyoruz. Bana en çok yardımcı olan kurumlar RPM Radar ve Hayaka Artı. Ekipte tasarımcı ve sanatçı Dilara Akay, ışık tasarımcısı Ayşe Ayter, dansçılar Tan Temel ve Sernaz Demirel var. Eşim Paul McMillen, her zaman çok büyük destek oluyor.


YTÜ Dans Programı nasıl öğrenci yetiştirmeyi hedefiyor?
Burada biz öğrencileri yaratıcı dansçı olarak yetiştirmek istiyoruz. Üniversite bünyesinde dansçı yetiştirmek konservatuarlardan farklı. Burada öğrenci daha disiplinlerarası ve entelektüel bir ortamda yetişiyor. Eğer öğrenci kendisini yetiştirmek isterse kendi program derslerinin dışında, fakültenin ve üniversitenin içinden de dersler alabiliyor, araştırmacı yetişiyor. İnsan kendi mesleğinde çok iyi yetişmeli. Örneğin iDANS festivali’nde izlediğimiz Vera Mantero’nun çok iyi bir dans eğitimi almış olması ona öyle bir beden farkındalığı ve özgünlüğü yakalamasına neden oluyor. Türkiye’de dansçıların bunu bilmesi gerekiyor. Dans etmek çok uzun yıllar uğraşı gerektiriyor. Sanat yapmak çok zor bir şey, herkesin yapabileceği birşey değil. Dürüst olmak ve uğraşmak gerekiyor. %25 sanatçı olunamaz, ancak %100 olabilirsin. Martha Graham’ın bir sözü var: “Beden hiçbir zaman yalan söylemez.”

No comments: