İstanbul-Montpellier hattında Anne Teresa de Keersmaeker
ve
çağdaş koreografide müziğin sahnede fiziksel yorumu:
Raga ve Coltrane’den sonra Debussy
Aylin Kalem
25-26 Mayıs’ta İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nde ve 1 Temmuz’da Montpellier Dans Festivali’ndeki gösterilerini izlediğim Rosas Topluluğu’nun kurucusu Belçikalı koreograf Anne-Teresa de Keersmaeker’in eserlerinde dansın müzikle çok derin ve özel bir ilişkisi var. İstanbul’da “Raga for the Rainy Season” ve “A Love Supreme”, Montpellier’de ise “D’un soir un jour” adlı koreografilerini sergileyen Keersmaeker’in müzik bilgisi ve bunu dansla işlemesine hayran kalmamak mümkün değil.
İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz söyleşi....
Aynı programda “Yağmurlu Bir Mevsim İçin Raga” ve “Yüce Bir Aşk” adlı koreografileri bir arada sunarak iki ayrı dünyanın müziğini -Hint müziği ve cazı- bir araya getirmenin arkasında yatan fikir nedir?
Bana göre iki bölüm arasındaki ilişki aynı anda hem tamamlayıcı hem de zıt kutuplarda yer alıyor. Birinci bölümde, zamana ve mekana yayılan yatay düzlemde ilerleyen bir enerji var. İkinci bölümde ise dikey düzlemde ilerleyen yoğun bir enerji söz konusu. Bence birinci bölüm kadın dünyasına ait bir bölüm, ikinci bölüm ise daha çok erkek dünyasını yansıtıyor.
İki müzik de oldukça eski bir geleneğe sahip ve ikisinin de kompozisyon ve doğaçlama tekniklerine yaklaşımı çok özel.
Ayrıca, Coltrane Hint müziğinden çok etkilenmişti. Hatta bazıları Ravi Shankar ile ilişkilendirerek ona Ravi Coltrane adını takmışlardı.
İki müzik de bir tür ibadet müziği. İlahi olanı yüceltmek amacı taşıyan ve bunu ruhani bir yaklaşımla dile getiren bir tavırları var. Her ne kadar da birinci bölüm bir Doğu kadınını, ikinci bölüm ise Batı erkeğini temsil etse de.
Bununla birlikte Raga’nın kökleri doğa içinde yaşama dayanıyor, caz ise şehir kültüründen besleniyor.
Evet. Kostümler de bu ayrımın altını çiziyordu. İki bölümde de kostümlerin beyaz olması birleştirici bir unsur olsa da birinci bölümde kumaşların adeta dolanarak bedeni örtmesine karşın, ikinci bölümde şehir kültürüne ait bir kesim söz konusuydu.
Bize biraz da bu parçaların yaratım süreçlerinden bahsedebilir misiniz? Örneğin dansçılar bu sürece ne ölçüde dahil oluyorlar?
“Yüce Aşk”ın koreografisini Salva Sanchez ile birlikte gerçekleştirdik. Kendisi, kurucusu ve yöneticisi olduğum okulun (P.A.R.T.S. Performing Arts Research and Training School) ilk nesil dansçılarından. Daha once, Miles Davis’in müziği üzerine bir parçada da birlikte çalışmıştık. Caz müziğine olan tutkumuz bizi tekrar bir araya getirdi. Ama dansçıların da yaratım sürecindeki katkıları çok büyük. Genelde başlangıçta dansçılara bazı şeyler veriyorum ve onlardan fikir ve öneriler bekliyorum. Daha sonra onlar bu malzeme üzerinde çalışıp bana geri veriyorlar. Böylelikle karşılıklı bir alışveriş şeklinde gelişiyor koreografiler.
Program broşüründe koreografi ve dans dağarcığını ayrı ayrı belirtmişsiniz. Bir koreografi oluşturmayı nasıl algılıyorsunuz?
Bu tamamen çalıştığım parçaya ve müzikle kurduğum ilişkiye bağlı. Bazen doğaçlamadan yola çıkarak yapılandırıyorum, bazen de nota üzerinde çalışarak oluşturuyorum koreografilerimi, kimi zaman da müziği kafamda tutarak sessizlikte çalışıyorum. Son zamanlarda ise müziği mekansal bir plan ve yapıyla ilişkilendirerek çalışmaya başladım. Mekan ve zamandaki spiral hareketten etkileniyorum.
“Yüce bir Aşk”ta sergilediğiniz dans adeta müziğin fiziksel yorumu gibiydi.
Evet. Sahnedeki dört dansçı Coltrane’in müziğindeki enstrümanları temsil ediyorlardı: saksafon, piyano, davul ve bas. Bu tamamen benim seçimimdi: Klasik ya da geleneksel bir yaklaşımla, kişisel bir okuma süreciyle müziği ve dans birleştirmek.
Koreografilerinizi oluştururken müzikten etkilenmek sizin yaratımdaki genel yaklaşımız mı?
Bir dönem parçalarımı metin üzerine oluşturuyordum. Ama, evet. Şimdiye kadar koreografilerimde pek çok bestecinin müziğinden etkilendim: Mozart, Bach, Schönberg, Stravinsky, Miles Davies, Purcell, Monteverdi, Steve Reich, Bartok ve son olarak da Debussy. Debussy’nin müziğine hayranım.
Oldukça uluslararası nitelikte dansçılarla çalışıyorsunuz. Onlarda aradığınız özellikler nelerdir?
Zeka, cömertlik, bir iletişim olarak harekete tutku, derin bir araştırma isteği, birey var olabilme, aynı anda da grup içinde çalışabilme, dansın yanında diğer alanlara da tutkuyla bağlanmalarını bekliyorum.
...
Montpellier’den izlenimler...
Anne-Teresa de Keersmaeker İstanbul’daki gösteriden bir ay sonra Debussy’den etkilenerek yaptığı “D’un soir un jour” adlı yeni bir prodüksiyonunu Montpellier Dans Festivali’nde sundu. Her ne kadar da uzun zamandır Debussy üzerine çalışma arzusu olsa da onu etkileyen çok fazla müzik olduğunu ve her biri için bir parça oluşturmanın imkansız olduğunu söylüyor. Ancak bu parçayla Debussy ile geciktirilmiş bir buluşmayı gerçekleştirdiğini belirten Keersmaeker artık hayatında Bach ve Mozart’tan sonra Debussy’nin yer aldığını söylüyor.
Montpellier’de Naohira Totsuka tarafından yönetilen Montpellier Senfoni Orkestrası eşliğinde yorumlanan “D’un soir un jour”da Debussy’nin “Prélude à l’après-midi d’un faune” ve “Jeux”, Stravinsky’nin Debussy’nin anısına bestelediği “Nefesli çalgılar için senfonileri” ve “Fireworks”, Benjamin’in ise “Dance Figures” ve “Ringed by flat the Flat Horizon” adlı eserleri seslendirildi.
Açılışta Vaslav Nijinsky’nin “Prélude à l’après-midi d’un faune” adlı koreografisini yeniden yorumladığı parçada Keersmaeker, Mallarmé, Debussy, Nijinsky ve Diaghilev’e uzanan geleneğe kendi yorumunu da eklemiş oldu.
Belçika’nın öncü sahne tasarımcısı Jan Joris Lamers’in dekor ve ışık tasarımyla Montpellier’nin Le Corum’daki modern Opera Berlioz sahnesi oldukça minimalist bir mekana dönüştürüldü. Temelde, koskoca sahnede floresan ışıkların yerleştirildiği bir konstrüksiyon ve arkada beyaz bir perde dönüşümlü olarak inip kalkarken yere serpiştirilmiş toz, dansçıların hareketleriyle sahnede bir toz bulutu oluşturuyorlardı ki bu görüntü Debussy’nin müziğindeki rengi ve dokuyu yansıtmada çok etkileyiciydi.
Debussy’nin havada asılı kalan cümleleri, ilahi ve hayvansal arasında gidip gelen ve “doğal” olana ait bir estetik içinde sunulan bedenlerin parçalanmış hareketleriyle yorumlanırken Stravinsky’nin müziği bize sosyal ve kültürel yapıda, cümleler arası nefeslerin vurgulandığı bir koreografiyle yansıtıldı. Benjamin’in bu çalışma için gerçekleştirdiği müzikte ise kompozisyonun bedenler sayesinde mekana yayılması, sesler arasındaki ilişki Leibniz’in ‘monadoloji’ kavramıyla oldukça matematiksel ve büyüleyici bir ustalıkla gerçekleştirildi. Notalar maddeye dönüştü; ses bu bölümde adeta fiziksel boyut ve ağırlık kazandı.
Antonioni’nin 1966’da gerçekleştirdiği “Blow-up” adlı filminin, topun ‘sanal’ olarak var olduğu meşhur tenis maçı sahnesinden bir kesitin sergilendiği bölümden sonra Debussy’nin “Jeux” adlı parçası, sosyal yaşamdaki gerçeküstü ilişkileri bize ‘gerçekte var oldu mu olmadı mı?’ sorusunu sorduracak bir biçimde kurgulandı. Koreografi, sahneden dansçıların koşarak dışarı çıkmalarıyla Debussy’nin müziği gibi bir anda bitiverdi. Koreograf zekice tasarladığı ani sessizlik ve sahnedeki ani boşlukla bir anlamda “topu” seyircilere atmış oldu.
“D’un soir un jour”, müziğe olan duyarlılığı ve müziğin karmaşık bir matematik anlayışıyla fiziksel olarak işlemesiyle belki de Anne-Teresa de Keersmaeker’in kariyerindeki en önemli çalışması olacak.
No comments:
Post a Comment