Sunday, April 29, 2007

Tuğçe Tuna - TimeOut Istanbul - March 07




Bu koreografı hala tanımıyorsanız işte size fırsat: Mart ayında dört farklı çalışma sunuyor.



Aylin Kalem İşcen



Bir koreografın çalışmalarını algılayabilmek zaman ister. Onun hareket kalitesini, estetiğini, derdini, arayışını anlamanız için pek çok işini pek çok kez görmeniz gerekir. Ama Mart ayı içinde dansçı, dans eğitmeni ve koreograf Tuğçe Tuna’nın koreografik işlerini peşpeşe görebilirsiniz. Bu yoğun program aslında Şubat ayında izlediğimiz “Rastgele” adlı ortak projede dansçı ve koreograf olarak yer almasıyla ve Koç Üniversitesi’ndeki gösterisiyle başlıyor. Mart’ta ise devam eden programında Garajistanbul’da sunulacak “Phronemophobia” ve program paylaştığı toplu gösterileri var. Bunlar “Bu düetin adı da bu olsun” adında yeni bir düet, hala çalışma aşamasında olan “Eko/kodlama”dan bir bölüm ve fiziksel engelliler için daha önce yaptığı “Tamamlayıcı” adlı bir düet. Bu toplu gösteri ayrıca “İsimsiz” adı altında Aziz Nesin Sahnesi’nde de oynayacak. Tuğçe ile çalışmaları üzerine konuştuk.


Bu kadar yoğun bir program birdenbire nasıl oluştu?


“Phronemophobia” ilk olarak 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde gösterilmişti. İstanbul’da tekrar oynamasını istiyordum. Bu arada İlyas Odman “Beden-ek” konseptli bir iş yapmak istiyorum deyince ben de “Eko”, yani bedendeki ekler üzerine çalışmaya karar verdim. Daha önce Muhsin ve Emel için yaptığım düetin de programa biraz teatral bir etki katacağını düşündüm. Böylece Beden-ek programında ilk 45 dakika benim çalışmalarım sergileniyor, ikinci 45 dakikada ise İlyas kendi işini sunacak. Ayrıca ÇGSG (Çağdaş Gösteri Sanatçıları Girişimi) olarak Mart ayında bir hafta Aziz Nesin Sahnesi’ni aldık. ÇGSG Performans Günleri’nde de içinde üç çalışmamın bulunduğu “İsimsiz” adında bir program sunacağım.


Biraz bu çalışmalarından bahsedelim. Phronemophobia’dan başlayabiliriz. Bu kelimeyi daha önce hiç duymamıştım. Bu isim nasıl oluştu?


Phronemophobia’da sınırlı alan içinde hareketin kendi yerini bulması üzerine odaklanmıştık. Önce çeşitli objeler kullanacaktık, sonra bundan vazgeçtik. Bedenin kendisini sınırlı alan olarak ele aldık. Hareket kalitesi bedenin içinde bir bölümün sıkışması ve o sıkışma düzelmeden hareketin başka bir alana kaymasıyla oluştu. Bu çalışmayı yaparken beden hareketinin düşünceye paralel olduğunu farkettim. Düşüncen sınırlandırıldıkça sen bir süre sonra genişleyemiyorsun ve içinde kaymalar başlıyor. Ben bunun üzerine araştırmalar yapıyordum; düşüncenin bedendeki etkisi üzerine. Bir düşünce seni kapatıyorsa ve eğer bu negatif bir düşünceyse fiziksel olarak da kapanıyorsun, vücut dilin de değişiyor. Bu senin sosyal yaşantını değiştiriyor, toplumdaki duruşunu, hayattaki rolünü değiştiriyor. Bunlar üzerine araştırma yaparken “phronemophobia” ile karşılaştım. Düşünme fobisi anlamına geliyor. Hasta yeni bir düşünceyle karşılaşmaktan korkuyor ve düşünmemek üzere kendinden tamamen uzaklaşarak o an gelen ve yok olan şeyler üzerinden hayatını geçirmeye başlıyor. Tedavisi çok zor bir hastalık. Bunun kademelerini güncel hayatımızın çeşitli dönemlerinde yaşıyoruz. Ve vücudumuz da buna paralel olarak yaşıyor. “Phronemophobia” işte bunun etrafında oluştu.


“Phronemophobia”da iki bölüm var. Benim solo dansettiğim bölüm, sınırlı mekanda olmaktan yola çıktığımda benim kendi sınırlarımı ve sansürlerimi kırmakla ilgili. Grup bölümde ise beden sayısı arttıkça kapladığımız alan daha da sınırlandı. Bu sınırlı alandaki geçişleri “F” formunda kurguladık çünkü kullandığımız malzemeleri yatay ya da dikey koyduğumuzda en işlevli formlar “E” ve “F” idi. Bu “F” formunda politik göndermeler olduğu söylendi çeşitli okumalar tarafından. Sınırlı alan ve “F” harfini kullandığım için F tipi hücrelerle özdeşleştirildi. Örneğin geçen sene yurtdışında PAJ (Performing Arts Journal)’dan bir yazar işin isminin Türkiye’nin siyasi yapısına son derece uyduğunu ve bunun bir gönderme olduğunu yazmıştı. Hem düşünme fobisi var işin içinde hem de sınırlı alanda yaşamak...


Öyleyse bu yaklaşım aslında senin bilinçli bir seçimin değildi, ancak yine de buralı olmandan dolayı istemeden de olsa işinde buranın sorunlarına göndermeler olabiliyor.


Sonuçta İstanbul’la aramda organik bir bağ var. Ergenliğimi de burada yaşadığım için edindiğim ilk veriler bu toplumun bana sunduğu veriler. Bu işin hareket kalitesini oluşturmamda da bu veriler etkili oldu. Kendimize koyduğumuz engel omurgada oluşturduğumuz sıkışıklığı koruyarak en uzak noktaya gitmeye çalışmaktı. Benim bir işi oluştururken mutlaka kendime daha sonra kıracağım bir sınırlama getirmem gerekiyor. Dansçılardan da istediğim daha önce hiç yapmadıkları ve görmedikleri hareketleri yapmaya çalışmalarıydı. Dolayısıyla dansçıları önce psikolojik olarak çok sıkıştırdım. Bu ezilme değil, sıkışma ve hala inatla var olma isteği üzerineydi. Provalarımız çok ağır geçerdi; dansçılar kimi zaman ağladılar, sinir krizleri geçirdiler. Bunların hiç biri kişisel değildi tabii. Amacım daha çok içinde bulunduğumuz toplumdaki ikilemin farkındalığını yaşatmaktı. Ya hala birey olarak varolabilecek ve düşündüklerini uygulayabileceksin ya da bunları hiç bir zaman uygulayamayadan yaşamaya devam edeceksin. Bununla yüzleşmek onları çok sıkıştırdı. Ama artık onların sosyal olarak da daha birey olabildiklerini görebiliyorum. Provalar üç ay sürdü. Bu sürede dansçılar çok büyük değişim yaşadılar, özellikle de kişiliklerinde.


Bunda onların yaratıma katılmalarının da etkisi var herhalde.


Evet. Zaten onların içindeki psikolojik yapılanma hareketi doğurdu. Bu yüzden bu koreografiyi başka dansçılara uygulamam söz konusu olursa benim bütün bu süreci yeni dansçılarla en baştan yaşamam gerekir. Dansçılar her ne kadar 4. sınıf öğrencileri olsa da onlara Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde okuyan bağımsız dansçılar demeyi tercih ediyorum, çünkü çok profesyoneller.


Mart’ta sergilenecek bir başka işin de İlyas Odman’la paylaştığın beden-ek adlı programın içinde daha önce fiziksel engelliler için yaptığın çalışma.


Evet. Standard olmayan bedenlerle çalışma tasam vardı. Öncelikle, çok uzun ya da çok kısa, hamile, obez insanları biraraya getirmek istedim. Ama bu işlemedi. Daha spesifik bir bedene yönelmem gerekti ve bu noktada fiziksel engelliler beni estetik olarak çok cezbetti. Fakat ben bu hedefe ulaşmak için önce bir sene boyunca her cumartesi pazar ücretsiz olarak hareket, yaratıcılık, dans üzerine seminerler yaptım fiziksel engellilerle. 2000’de 20 kişilik bağımsız bir grup oluşturdum, aralarında sporcular vardı. Bu engelli kesimin Türkiye’deki sosyal hayata biraz daha karışmış olanlarıyla çalıştım. 2001’de de bir gösteri yapmaya karar verdim. Sahneye çıkma fikrine hepsi sıcak bakmadı. Aralarından sadece beşi kabul etti. Şimdi bu çalışmadan “Tamamlayıcı” adlı bir düeti tekrar ele alıyoruz. Muhsin ve Emel –ki bu projeden sonra evlendiler- çok özel insanlar. Muhsin’in belinden aşağısı tutmadığı halde doğaçlama değil belirlenmiş koreografiyi yapıyor. Kendilerini farklı görmüyorlar. Onların kafasındaki herkes her zaman sakat kalabilir fikri beni çok etkilemişti. Bu onlar için de çok önemli bir deneyim oldu. Gösteriden sonra Muhsin bana hayattan intikamımı aldım dedi. Ve bundan sonra hayatın içinde daha aktif olmaya başladılar. Aslında daha üstün olduklarını farkettiler.


Beden-ek’te yer alan başka çalışmaların neler?


Yeni bir düet üzerine çalışıyoruz İlkem Ulugün ile. Şu anda tamamen dibe vurmuş durumdayız. Şu ana kadar yaptığımız herşeyi çöpe attık ve şu an kelimenin tam anlamıyla duruyoruz. Stüdyoya giriyoruz ve iki-üç saat boyunca sadece duruyoruz. Hiç bir şey üretemiyoruz. Ama biliyorum ki içimizde bir şey filizlenecek ve üretmeye başlayacağız çünkü çok şey denedik ama hiçbirinden memnun kalmadık.


Bunda ikinizin kardeş olmasının da payı vardır herhalde.


Evet, bunu kırmak istedik. İki kardeş olarak yapacağımız iş çok daha büyük bir iş olabilirdi ancak. Bu yüzden kendi hareket kalitelerimizin tezatlığından yola çokmak istedik ancak dibe vurduk. Düet ile ilgili bildiğimiz tek şey başlangıcında seyircinin karşısına geçip dibe vurduğumuzu söyleyeceğimiz. Birbirimizden çok ümitliydik ve birbirimize çok güvendik, ilk defa birlikte çalışıyoruz ve hiçbir yere varmıyor. Şimdi engel üretmeye çalışıyoruz. Düetin ismi ise belli “Bu düetin adı da bu olsun”.


Beden-ek’teki diğer bir çalışmam ise “Eko.” Aslında seneye prömiyerini yapacak, şu an çalışma safhasında gösteriyoruz. Bedende ve hafızada yer alan bütün yansımalar ve tekrarlar üzerine kurulu. Kendi içinde çift olma durumu var. Örneğin dansçı hem farkettirmeden diğer dansçıyı takip ediyor, hem de kendisini takip edeni şaşırtmaya çalışıyor. Göstereceğimiz Eko’nun bellek tarafından kodlandığı bölüm. Şu an 6 kişilik bir dansçı grubu var. Çok keyifli geçiyor provalar.



6-12-13 Mart, saat: 20:00


Garajistanbul


"Phronemophobia” / dansçılar: Aslı Bostancı, Erdinç Anaz, Yoseob Kim, Melis Tuzcuoğlu, Çiğdem Agas,Tuğçe Tuna


Müzik Erdem Helvacıoğlu, Video: Vahit Tuna, Işık Tasarım: Ayşe Ayter.



19-26 Mart, saat:20:00


Garajistanbul


İlyas Odman’la paylaştığı “Beden-ek” programı kapsamında


“Bu düetin adı da bu olsun” / dansçılar: Tuğçe Tuna, İlkem Ulugün


“Eko/Kodlama” / dansçılar: Aslı Bostancı-Erdinç Anaz-Yoseob Kim-Çiğdem Agas-İlkem Ulugün-Melis Tuzcuoğlu


“Tamamlayıcı” / dansçılar: Emel& Muhsin Öngel


No comments: