Sunday, April 29, 2007

"Graf" & "Akabı" - Radikal - 11.07.06




Montpellier Dans Festivali’nde Türk koreograflar:





Filiz Sızanlı-Mustafa Kaplan ve Aydın Teker


Aylin Kalem


Montpellier Dans Festivali 25 yıllık geçmişe sahip Avrupa’nın en önemli “çağdaş” dans festivallerinden biri. Aydın Teker ve Mustafa Kaplan/Filiz Sızanlı bu yıl 24 Haziran-7 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen festivale davet edilerek Türkiye’den iki ayrı koreografi sundular. Bu koreograflar Avrupa’nın pek çok önemli festival ve organizasyonlarıyla işbirliği yaparak çalışmalarını sunuyorlar; Türkiye’nin çağdaş dans alanını yurtdışında temsil ediyorlar. Bu iki çalışma da henüz Türkiye’de gösterilmedi, ancak Montpellier’de eleştirmenlerin ve seyircilerin beğenilerini topladı. Ortak kanı: Türkiye Avrupa’yı şaşırtmaya devam ediyor!

Filiz Sızanlı ve Mustafa Kaplan GRAF’ı “Montpellier Danse 06” işbirliğiyle özel olarak yarattılar. Koreograflar bu işlerinde kendi dans-dışı geçmişlerinden yola çıkmışlar. Filiz’in mimarlık, Mustafa’nın ise mühendislik alanındaki deneyimleri ve bu deneyimleri hatırlama süreçleri oyunun yapısına işlenmiş.

Sahnede temelde iki ayrı mekan sunuluyor. Birincisi, Mustafa’nın çalışma mekanı olarak algıladığı oda niteliğinde, zaman zaman içi aydınlanarak şeffaflaşan kapkara pleksiglas bir küp; ikincisi ise iplerin gerilmesiyle oluşturulan ve bedenin konum, hareketin boyut değiştirmesiyle oynak bir yapıda büyüyüp küçülebilen, Filiz’in şekil değiştiren mekanı.

Sahnedeki fiziksel unsurlar –bedenler ve kullanılan malzemeler- bir dekordan çok etkileşimli bir “yerleştirme” tadında sunuluyor: İpler, kablolar, floresan ışıklar ve küp bedenlerin müdahaleleriyle işlev kazanıyor: yol alıyor, aydınlanıyor, ses çıkarıyor. Dansçıların ipleri çekerek makara sistemiyle floresanları ileri geri hareket ettirmeleri ya da elektrik devresinin harekete geçirilmesiyle radyoda yerel bir kanalın devreye girmesi, Fransız koreograf Jérôme Bel’in nesnelerin hareketine dayanarak koreografik yazılıma yeni bir öneri getirdiği “Nom donné par l’auteur” adlı işini hatırlatıyor. Bu yaklaşım, koreografik yazılımın sadece dansçı bedenler arasında değil, mekandaki diğer nesneler arasındaki ilişkiye dayanarak da oluşturulabileceğinin altını çiziyor.

Adeta bir kuklacının kuklasını harekete geçirmedeki ustalığıyla iplerle donatılmış mekanı hareket geçiren Belçikalı sahne tasarımcısı Erki Devries de sahnede fiziksel olarak yer alıyor. Aynı şekilde çağdaş ritimleri Türk ezgileriyle sentezleyen GRAF’ın müzik ve ses tasarımcısı Cevdet Erek de bir anda sahneyi boydan boya koşarak geçiyor; ses tasarımına kendi ayak seslerini ve küpün üzerinde parmaklarıyla tutturduğu bir ritmi ekliyor. Dans eğitimiyle yapılanmamış bedenlerin de sahnede yer alması GRAF’ın karmaşık estetiğini oluşturan öğelerden yalnızca biri. İç içe geçmiş ipler, asılı floresanlar, karmakarışık bir yumak halinde yerde duran kablolar sayesinde sahne dağınık bir atölye havasında.

Mustafa ve Filiz’in sahnedeki fizikselliği ise daha çok oto-biyografik bir performans örneği niteliğinde. İki bedende de mimarlık ve mühendislik alanlarından beslenen bir estetik var. Filiz’in aynı bedende iki ayrı beden tavrını yakalamasında, lastik topla olan ilişkisinde, takma bir el yardımıyla bedeninde asimetrik bir çizgi sunmasında, Mustafa’nın ise özellikle boyun ve baş hareketlerinde, floresana asılarak yaptığı hareketlerde dansçı ve mimar/mühendis kimliklerinin birleştiği bir estetikle karşılaşıyoruz.

İstanbul’dan izler?

Festival sırasında koreografların halkla buluştuğu bir konuşmada Filiz Sızanlı’ya sorulan soru (ve aslında Batı-dışı ülkelerden gelen çoğu sanatçıya sordukları soru) “ülkenizden ve kültürünüzden neleri işinize kattınız?” sorusuydu. Bu soru aslında festivallerin politik yaklaşımlarının da altını çiziyor: Çeşitli kültürlerden sanatçıların işlerini bir arada sunma ve dolayısıyla festivalin çok-kültürlü yapısını öne çıkarma eğilimi. Böyle bir eğilim genel seyircinin de sunulan gösterilerde ülkeye özgün unsurlar aramasına yol açıyor. Oysa bilinçli ya da bilinçsiz, koreograf her zaman ülkesinden ve kültüründen bir şeyler katmayabiliyor.

Filiz’in bu soruya yanıtı aslında oldukça pratik alandaydı. Daha çok oyunda kullanılan malzemelerin İstanbul’dan temin edildiği üzerinde durdu ve bir anlamda da duyulması istenen cevabı vermemiş oldu. Belki de böyle bir sorunun cevabının seyircilere bırakılması daha doğru. Bu oyunun bence güzel tarafı da burada. İstanbul’dan unsurların ‘özellikle’ toplanmadığı bu gösteride İstanbul’un havası oldukça ince ayarla dokunmuş. İstanbul bu oyunda, bedenlerin ritminde, fiziksel nesnelerin mekanla ilişkilendirilmesinde ve tabii uzaktan gelen ezgide hissediliyor. İstanbul’u anlatmayan ama oradan çıkma bir iş olduğu belli. Tanıdık bir şeyler var, hemen adlandıramıyorsunuz. Gösterinin sergilendiği “Théâtre du Hangar” benim için Filiz’le Mustafa’nın çalıştığı Çatı Dans Stüdyosu’na dönüştü. Dışarıdaki yaşamın sesleriymiş gibi sunulan hafifçe duyulan müzik içerideki yoğunlaşmanın altını çiziyordu. Montpellier’nin 35 derece sıcak ve nemli havasının da etkisiyle, çıkınca kendimi Beyoğlu-Sadri Alışık sokakta bulacağımı sandım.

İstanbul motifleri sunmadan –turistik ya da siyasi somut öğeler barındırma yoluna gitmeden- İstanbul’u izleyiciye tattırmak bu işin kanımca en önemli başarısı. “Çağdaş” dans alanının amacına uygun bir yaklaşım.

...

AKABI ise Bimeras’ın Berlin Festspiele ve Alkantara Festivali’yle ortaklaşa gerçekleştirdiği bir yapım. Koreograf Aydın Teker bu işinde, dansçıların (Serap Meriç, Ayşe Orhon, Emre Olcay, Şebnem Yüksel) fiziksel kapasitelerini oldukça zorlayan yeni bir teknik geliştiriyor.

Minimalist bir estetikle tasarlanan AKABI, bedenlerin fizikselliğine bir sorunsalla yaklaşıyor: farklı türden yüksek platformlu ayakkabılar. Bırakın hareket etmeyi, bu ayakkabıların üzerinde dengeyi sağlayabilmek bile bir mesele. İki yıl süren prova aşamasından sonra dansçılar bu yeni uzantılarıyla var olabilmeye ve bedenlerini dönüştürmeye devam ediyorlar. Dansçıların da katkılarıyla bir laboratuar niteliğindeki deneyimleme sonucunda AKABI bizlere oldukça ‘garip’ ve ‘yabancı’ bir dünya sunuyor.

Sanki insanların yaşadığı dünya bir şekilde yok olmuş, yeryüzü fiziksel koşullarını değiştirmiş ve bu garip ayakkabıların eklemlendiği bedenlerden farklı yaratıklar ortaya çıkmış. Ama sanki bu yaratıklar kendi çevre koşullarına ve kendi bedenlerine henüz yabancılar, bu yeni fizikselliklerine uyum sağlamaya çalışıyorlar, evrim geçiriyorlar. Dolayısıyla, yeni doğmuş bir tayın veya bir ceylanın ürkek tavırlarına benzeyen bir hareket kalitesi sergileniyor. Sürekli olarak denge aramaktan kaynaklanan bir ‘gerilim’ var. Bedenler sınırlarda dolaşıyor.

Günümüzdeki teknolojik gelişmelerle ‘post-insan’ kavramının sorgulandığı şu dönemde, Aydın Teker’in teknolojik olmayan ama yine de bu düşüncenin güçlü bir şekilde hissedildiği bu çalışmasında, mitolojik yaratıklardan Galapagos Adası’ndaki evrim harikalarına ve ‘mutant’lara uzanan, bedenin yeryüzüyle olan fiziksel ilişkisinin hikayesi son derece özgün bir tavırla sergileniyor.

GRAF’ı ve AKABI’yı gelecek sezonda Türkiye’de izlemek dileğiyle....

GRAF

Théâtre du Hangar

27,28 Haziran 2006

Koreografi ve performans: Mustafa Kaplan, Filiz Sızanlı

Ses ve müzik: Cevdet Erek

Sahne tasarımı: Erki Devries (Mustafa Kaplan ve Filiz Sızanlı’yla birlikte)

Kostüm: Naz Erayda

Metin: Kerem Kurdoğlu

Işık: Yann Marussich

Yapım: Taldans

Yapım işbirliği: Çatı Dans Derneği ve Montpellier Dans Festivali 2006


AKABI

Théâtre de Grammont

4 Temmuz 2006

Koreografi: Aydın Teker

Yaratım ve performans: Serap Meriç, Ayşe Orhon, Emre Olcay, Şebnem Yüksel

Kostüm: Ayşegül Alev

Ayakkabılar: Ahmet İncel (Punto)

Müzik: Manuel Mota, Margarida Garcia

Işık: Jiv Wagner

Yapım işbirliği: Spielzeiteuropa Berliner, Festspiele, Bimeras, Alkantara

No comments: