Sunday, April 29, 2007

Monaco Dance Forum 06 - Trendsetter - Feb.07

Bill T. Jones, "22"



Aylin Kalem


Fransız Rivierası ve İtalya arasında bulunan Monaco Prensliği, içinde barındırdığı Monte Carlo bölgesiyle birlikte dik ve yüksek kayalıklar arasından denizin maviliğine uzanan mücevher niteliğinde bir masal ülkesi. Bütün dünyanın özellikle efsanevi Prenses Grace ile tanıdığı ve şimdilerde 32 bin nüfuslu bu özel küçük VIP ülkesi yıl boyunca gerçekleştirdiği sanatsal ve kültürel etkinliklerle dünyanın dikkatini üzerine çekmeye devam ediyor. Monaco Sarayı, saray gibi oteller, yat limanı, Monte Carlo Casino – Opera Garnier ve şehrin içinden geçen ünlü Formula 1 parkuru ile Monaco, kendini dünyanın diğer gerçekliklerinden sıyırmış adeta ütopik bir ülke. Öylesine bakımlı, düzenli ve temiz bir yer ki kendinizi dışarıda değil içeride hissediyorsunuz. Hele bir de Noel ve Yılbaşı arifesinde giderseniz bir avuç noel süsü gibi sunulan bu küçük prenslik kendinizi, özenerek bezenmiş büyük bir alışveriş merkezi veya disneyland stüdyolarında hissettiriyor. Keskin uçurumlar arasından aşağıya kayan bir slalom kayakçısının çizdiği yollar veya hareketli kayalıklardan aşağı yolunu bulan bir su akıntısı gibi düzenlenmiş sokaklar sizi sürekli sürprizlerle karşılaştırıp bu minicik ama labirentvari ülkede her an kaybolacakmışsınız hissini veriyor. Doğal güzelliğin ve insan eliyle şekillenen yapay dünyanın birleşerek sunduğu tuhaf bir deneyim Monaco.



2000’den bu yana iki yılda bir düzenlenen Monaco Dance Forum (MDF) da aynen bu ülke gibi dans dünyası için tuhaf bir mücevher. Bu kadar steril ve VIP ortamda dans adına çağdaş ve yenilikçi yaklaşımların nasıl oluştuğuna ve sergilendiğine hayretle bakıyorsunuz.



MDF genel anlamda dans ve dansın etrafındaki tüm disiplinlerle oluşturulan çalışmalara yer verse de özellikle de ‘dans ve yeni teknolojiler’ alanına gösterdiği özen ve bu uzmanlık çerçevesinde oluşturduğu etkinlikleriyle dünyanın sayılı organizasyonlarından. Dolayısıyla bu bienale sadece Avrupa’nın değil tüm dünyanın “dijital dans” (dijital teknolojiler kullanılarak üretilmiş dans çalışmaları) öncüleri -sanatçı, kuramcı ve araştırmacıları- akın ediyor. Bilgisayar programlarının, robotların, bedene yerleştirilen algılayıcıların, yapay zekanın, çeşitli hareket yakalama sistemlerinin (Motion Capture), bedene odaklı deneyim tasarımlarının araştırıldığı ve uygulandığı bu özel bienal dans alanına geniş ufuklar açıyor.



Prenslik adeta geçmişe ait saray mesenliği geleneğini devam ettiriyor. 1998 yılında Prenses Caroline ve Monte Carlo Balesi’nin başkoreografı Jean-Christophe Maillot’nun –ki kendisi 2005’te Uluslararası İstanbul Müzik Festivali kapsamında Monte Carlo Balesi tarafından sergilenen “Külkedisi” balesinin koreografı olarak İstanbul’daydı- girişimiyle ön hazırlıklarına başlanan MDF 2000’den son olarak 7-16 Aralık 2006’ta düzenlenen dördüncüsüne kadar dansa gösterdiği ütopik yaklaşımıyla ve sanatçılara verdiği destekle tanınıyor.



Pek çok kurum desteğiyle sanatçılara projelerinde destek olmak amacıyla çeşitli ödüller veriliyor. Yeni teknolojilerle sahneyi donatan Brezilya’dan Ivani Santana sahne üzerinde robotların kullanılacağı gelecek projesini geliştirmek üzere bir destek ödülü aldı. MDF ile özdeşleşen Nijinski ödülünü ise bu kez, yaşamboyu dansa olan katkılarından dolayı dans tarihinde bir mihenk taşı Trisha Brown aldı. Trisha Brown özellikle altmışlı yıllarda performans sanatının öncü çalışmaları arasında bulunan Judson Dance Theater’ın da kurucularından. Brown, Yvonne Rainer gibi dansı şehrin heryerine taşımak ve yerçekimini sorgulayan çalışmalarında bir binanın dış yan yüzeyine dik olarak yürümek gibi özellikle o dönem için oldukça provokatif izler bıraktı. MDF 06’ya ise Bill T. Jones ile birlikte paylaştığı bir programla katıldı.



Bienalin “dijital dans” sorumlusu Philippe Baudelot programın hazırlanma sürecini şöyle dile getirdi: Genel olarak MDF’yi dünyayı dolaşarak oluşturuyoruz. Takip ettiğimiz ve aslında risk alarak başladığımız parçaların dışında. Çoğunluğunu sanatçıları bulmaya çalışarak oluşturuyoruz. Dosyalarını görüp sonra da işlerini izlemeye gidiyoruz. Bazı ülkelerde 3 günlük platformlarda 15-20 gösteri izliyoruz. Seçim çok zor oluyor tabii. Yeni teknolojiler bölümü için ise durum farklı. Daha rastlantısal gelişiyor. Workshoplar esnasında ‘work in progress’leri izleyebiliyorum. Nottingham’da gördüğüm Jayachandran Palazhy ve Jaime del Val’in işlerini bu yolla programa aldık. Ya da sanatçılarla birebir görüşüp araştırmalarını izliyoruz. (Aralık 2005’te Nottingham Radiator Festival sırasında Johannes Birringer tarafından düzenlenen Digital Cultures Lab’da pek çok sanatçı ve araştırmacı 10 günlük bir çalışma gerçekleştirmişti. Philippe Baudelot geçtiğimiz Nisan’da İstanbul’da düzenlenen TECHNE 06 kapsamında da İstanbul’a gelip sanatçıların işlerini izleyip gelecek yıllar için işbirliği içine girdi.) Dolayısıyla, MDF’nin programını işleri görerek, sanatçılarla görüşerek oluşturuyoruz. Özellikle yeni ve bilinmeyen sanatçıları bulmaya gayret ederek Fransa’da gösterilen eserlere yenilik getirmeyi amaçlıyoruz. Genelde aynı sanatçıların işleri dolaşıyor. Biz bu anlamda yenilik getirmeyi amaçlıyoruz. Her ne kadar da daha çok yeni teknolojilerle özdeşleştirilsek de MDF her şeyden önce bir dans bienalidir. Yeni teknolojilerle yapılan işlerde de sunulan eser her şeyden önce bir dans işi olmalı. Biz bu programa ‘Danse numérique’ (dijital dans) adını versek de bu daha çok gazetecilere yönelik ve eğitimsel amaçla kullanılan bir terim. Bütün gösterileri tek bir programda topluyoruz, sınıflandırma bakımından bir ayırım yapmıyoruz. Programda bu yıl genel anlamda pek çok dans ve yeni teknolojiler işleri yer alıyor.



MDF genel dans seyircisine yönelik uluslararası bir bienal olmanın yanında aynı zamanda da bu alanın profesyonellerine yönelik gerçek bir forum niteliğinde. Dünyanın dört bir yanından koreograf, dansçı, topluluk, eğitimci, öğrenci, yapımcı ve küratörleri buluşturan yapısıyla dansa çeşitli disiplenlerle yaklaşan bir eğilimi var. Halka yönelik gösteri, buluşma, sunum ve konferansların yanı sıra MDF’nin çok önemli bir parçasını belki de asıl kimliğini oluşturan dans profesyonellerine yönelik organizasyonların düzenlenmesi. Onlara projelerini sunmaları, proje partnerleri bulmaları, kendi aralarında fikir alışverişlerinde bulunmalarını, deneyimlerini aktarmalarını sağlayan buluşmalar düzenleniyor. MDF sadece 2004’teki programında 1842 profesyonel katılımcı ağırlamış ve beş günde 10 000 seyirciye ulaşmış.



Önceleri daha kapalı bir yaklaşımla tek mekanda sadece Grimaldi Forum’da düzenlenen etkinlikler MDF 2006’da Monaco’nun çeşitli yerlerine dağıldı. Bunda amaç etkinlikleri şehrin içine taşımak ve yaymak. Grimaldi Forum’un yanı sıra Hôtel de Paris, Hôtel Hermitage, Opéra de Monte-Carlo, le Sporting d’Hiver, CCAM, Théâtre des Variétés... gibi mekanlara yayılarak festival ülkenin sakinleriyle de buluştu. Yabancı katılımcılar da bu değişiklik sayesinde prensliğin bir köşesinden diğerine, kah tırmanarak kah sarp kayalıklardaki veya otellerin farklı seviyelerdeki çıkış kapılarına çıkan asansörlere binerek bu ilginç coğrafyada dolaşma imkanı yakaladı. Hatta, yılın 300 günü güneşli geçen ılıman iklimli sahil ülkesinde, Aralık ayında denizin maviliğini parlatarak sunan güneş sayesinde bazı cesur katılımcılar cazibeye yenik düşüp kendilerini denize bıraktılar.





MDF’den üç çalışma:



Nasser Martin-Gousset


Peplum, 11-15 Aralık tarihlerinde sergilenen gösteriler arasında en kapsamlı, başarılı ve akılda kalanı. Peplum, Shakespeare’in Antonius ve Kleopatra’sının Richard Burton ile Liz Taylor’ın sinemadaki yorumu üzerine kurulu. Bu gösteride aşk, tutku ve çöküş temaları “kitsch” ve “queer” niteliklerle ele alınıyor.



Mısırlı bir baba ve Korsikalı bir anneden dünyaya gelen ve Fransa’da yaşayan koreograf Nasser Martin-Gousset belki de melez geçmişinin etkisiyle özgün bir stil yakalamış. İçinde tarihsel ve ironik yaklaşımın izlerinin görüldüğü Peplum bütünsel bir sahne işine dönüşmüş. Sinema, dans, canlı müzik, söz, performans ve eş-zamanlı projeksiyonda işlenmiş imajlar da kullanılarak 80’lerin pop estetiğine bu çağdan bir atıf. Sahnenin neredeyse bütününü kaplayan merdivenler ise Roma döneminin ihtişamlı yapılarını da yansıtırken arkada projeksiyonda Antonius ve Kleopatra filminden görüntüler içinde Elizabeth Taylor ve Richard Burton’ı izlemek ortak kültürel belleği harekete geçiriyor; sinema estetiği ise popüler kültürü bu sahne işine direkt taşıyor.



Josef Nadj ve Sasha Waltz’ın eski dansçılarından olan Martin-Gousset’nin dansçılar için yarattığı beden dili herbiri için özgün ve dinamik. Cinsellik, çıplaklık, fantazi, delirium ve çöküş dansçıların sahnedeki güçlü duruşlarıyla güçlü bir şekilde yansıtılıyor. Eşzamanlı işlenmiş imajlar ise dansçıları kimi zaman çölde kum altında kaybolan bedenlere kimi zamanda kan kırmızı bir göle dönüştürüyor.



Bill T. Jones ve Trisha Brown


Üzerinde en çok konuşulan bir başka gösteri ise Bill T. Jones ve Trisha Brown’ın Arizona State University ‘motion capture’ araştırma birimi, Holywood’un animasyon ve “Yüzüklerin Efendisi” gibi filmlerinin oluşturulmasını sağlayan “Motion Systems” firması ve Amerikalı multimedia sanatçıları Paul Kaiser ile Shelley Eshkar, ve yapay zeka araştırmacısı Marc Downie’nin işbirliğiyle gerçekleştirilen büyük projeydi. Ancak üzerinde konuşulması sanatsal yapısından çok yapım masrafının 1,5 milyon dolara patlaması yüzündendi. Bu rakam özellikle dans profesyonelleri arasında büyük tepkiye yol açtı çünkü genel kanı eklemlenen teknolojinin korografların sanatsal yaratılarına pek birşey katmadığıydı. Ancak görsel estetik bakımından sahnenin önünü tamamıyla kaplayan tülden yansıtma perdesinin üzerindeki üç boyutlu hareket eden imajlar sahne üzerindeki dansçılarla iç içe girip bize neyin fiziksel neyin sanal olduğunu unutturan bir etki sundu. İşin “zor” ve “masraflı” tarafı ise daha çok dansçıların üzerinde bulunan ‘motion system’ noktacıklarının hareketi eş-zamanlı algılayarak sese ve görüntülere müdahale etmesindeydi. Bill T. Jones 22’de çağdaş bir ‘öykü anlatıcısı’ niteliğinde matematiksel ve tekrara dayalı bir kurgu ile 22 kısa hareket sekansını tekrar tekrar ele alırken içiçe geçmiş hikayelerden örülü sözlü bir anlatı da bu koreografiye eşlik ediyordu. İçinde kara mizahın ve absürd geleneğinin izlerini barındıran anlatı koreografın yine sosyal statü ve ırka olan hassas tavrıyla fakir bir ailenin açlığını dile getiren çocuğunun annesi tarafından kafasının koparılıp pişirilip babasına akşam yemeği olarak sunulmasını anlatıyordu. Bu modern efsane niteliğindeki anlatıyla Amerika’nın sayılı öncü koreograflarından Bill T. Jones’un karizmatik sahne duruşu bu işin performatif niteliğini öne çıkardı.



Trisha Brown’ın How long does the subject linger on the edge of the volume adlı koreografisi ise dansçıların giydiği kırmızı ve mavi taytlarla sergiledikleri modern anlayışta tipik bir Trisha Brown sahnelemesiydi. Dansçıların oluşturduğu soyut imgelerin öndeki üç boyutlu grafiklerle birleştiği bir işti. Ancak gösterinin ertesi günü Trisha Brown’ın dans profesyonelleriyle buluştuğu bir oturumda kendisinin bu ‘motion capture’ sistemiyle sadece üç hafta çalışabildiğinden ve asıl zamanın bu sistemi geliştirmek için kullanıldığından yakınması bu pahalı projenin yine tepki görmesine neden oldu.



Bu gösterinin ardından Arizona State University (ASU), MDF’nin katkılarından dolayı ve Prenses Caroline onuruna 40 kişilik küçük bir gala yemeği düzenledi. Prenses, bienal direktörleri, Trisha Brown ve Bill T. Jones, ASU üyeleri, Amerikalı mesenler ve kısıtlı gazetecilerden oluşan bu VIP protokolü Hotel Hermitage’ın Belle Epoque salonunda gerçekleşti. Prenses Caroline’in içeri girişinin ayakta beklenilmesinden sonra prensesin masasına oturmasıyla hep birlikte oturuldu. Gösterinin ihtişamına karşın bu oldukça sakin, özenli ve sade bir davet oldu.

No comments: