MODERN DANS BÜYÜYOR
Aydın Teker’le İstanbul’daki modern dans serüveni üzerine söyleşi yaptık.
Aylin Kalem İşcen
Mimar Sinan Üniversitesi’nde 1992 yılında açılan Modern Dans Bölümü 12 yıl içinde, her yıl artmakta olan öğrenci sayısıyla İstanbul’da modern dans ortamının hızla oluşmasına yol açtı. Bununla birlikte, o yıllarda Şebnem Aksan’ın kişisel çabalarıyla gerçekleştirdiği, yabancı koreograf ve eğitmenlerin yürüttüğü modern dans atölyeleri, yılda bir ya da iki kez Türkiye’deki küçük bir dansçı kitlesine hitap ederken, son yıllarda hızla çoğalan dansçı ve eğitmen sayısıyla, ve modern dansa olan taleple, modern dans çalışmaları çeşitli stüdyolarda ve herkese açık bir biçimde yürütülüyor. İstanbul’da gelişen bu modern dans ortamına ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Modern Dans Bölümü’ne, her yıl, paylaşarak üretmeyi öğrenen daha bilinçli dansçılar katılıyor. Öyle ki, Fransa’daki Centre National de la Danse Contemporaine d’Angers’nin (Angers Ulusal Çağdaş Dans Merkezi) sanat yönetmeni Emmanuelle Huynh, İstanbul’daki bu hareketlenmeyi 2 yıl boyunca izleyerek geçtiğimiz ay Fransız Kültür Merkezi işbirliğiyle, Türk ve Fransız dansçı ve koreografları bir araya getiren bir festival gerçekleştirdi. Istanbuldanse adı altında oluşturulan bu buluşma İstanbul’da çağdaş dans alanında uluslararası boyutta ürün veren bir kitlenin varlığını yeniden değerlendirme olanağı verdi.
Bu oluşumun elbette bir süreci ve öyküsü var. Kişisel deneyimlerin, çabaların, inancın ve özverinin sayesinde büyüyen Modern Dans Bölümü’nün ve onun etrafında gelişen modern dans ortamının gerisinde kuşkusuz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Modern Dans Sanat Dalı Başkanı Aydın Teker’in varlığı yadsınamaz. Kendisiyle, Türkiye’deki modern dans oluşumu üzerine konuştuk. Bize, bu oluşumun, kendisinin modern dansla tanışması, karşılaştığı zorluklar ve deneyimlerin izlerini taşıdığından bahsetti.
Modern dansla nasıl tanıştınız?
Aydın Teker: Benim modern dansla ilişkim koreograf olma isteğimle başladı. Lise yıllarında, Ankara Devlet Konservatuarı Bale Bölümü’nde okurken artık bale yapmaktan pek hoşlanmadığımı fark ettim. Hatta konservatuarı bırakıp normal bir lisede öğrenimimi sürdürmeyi düşünürken Ankara’ya Alman bir topluluk gelip Kurt Jooss’un The Green Table adlı eserini sergiledi. Bu oyun beni çok etkiledi. Bu oyunla aslında nasıl bir dans anlayışında var olmak istediğimi anladım. Böyle bir dans eğitiminin o dönemde sadece yurtdışında alınabileceğini bildiğimden okulu bitirip bir bursla yurtdışına gitmeyi hedefledim. O dönemde bale bölümüne yüksek devre eklendi. Burs alabilmek için bu diplomaya ihtiyacım olduğunu düşündüm ve sınıfın tek öğrencisi olarak iki yıl boyunca bale eğitimimin yanı sıra felsefe gibi teorik dersler de gördüm. Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde iki buçuk yıl dans ettiğim sıralarda Geyvan MacMillen ve Duygu Aykal Amerika’dan dönmüştü. Onların yürüttüğü Graham dersleri sayesinde modern teknikle tanıştım. Ardından burs alıp Londra’ya gittim ve orada Kazuko Hirabayashi’nin yaz okuluna devam ettim. O dönemde, Juilliard ve Purchase’da ders veren çok önemli bir hocaydı. Kazuko’nun referansıyla Purchase’a kabul edildim ve Amerika’ya gittim. Özel statüyle bir yıl bulunduğum Purchase benim için inanılmaz bir yerdi. Belki on tane çok büyük stüdyosu, saunası vardı. Diğer sanat bölümlerinin öğrencileriyle dans öğrencileri ortak çalışmalarda bulunuyorlardı. Her gün hem Graham, hem Cunningham hem de Limon tekniği çalıştım. Arkasından doğaçlama ve kompozisyon dersleri aldım. Önceleri bu çalışmalar benim için çok zordu. Doğaçlama hocasının bana sürekli olarak “Aydin, don’t do arabesque! Don’t do arabesque!” diye bağırdığını hatırlıyorum. Bense arabesque olmadan bir şey yapılabilir mi diye düşünüyordum. On yaşımda konservatuara girmiştim ve şimdiye kadar Aydın’ın kişisel hareketleri üzerinde durulmamıştı. Bana belli kalıplar içinde hareket etmek öğretilmişti. O kalıbı kırmak o kadar zordu ki. Kompozisyon dersleri ise daha bir kabus haline gelmişti. Kazuko derslerde hazırladığım ödevlere sürekli “olmamış” diyordu. Ve ben neyin olmadığını bir türlü anlayamıyordum. Çok zorlandım. Artık koreograf olamayacağıma karar verdim. Çok deniyordum, çok çalışıyordum, ama hiçbir şey çıkmıyordu. Aldığım eğitimin baskısını üzerimden atamıyordum. Bu kararımı Kazuko’yla paylaşmak istediğimde bana benimle konuşacak vakti olmadığını söyledi. İyi ki de öyle söylemiş, çünkü o tavrı sayesinde, o hafta bende büyük bir değişiklik oldu. Kalıpların dışına çıkmaya başladım ve bu bana keyif verdi.
Bir yılın sonunda Kazuko beni NYU’nun (New York Üniversitesi) seçmelerine götürdü. Kabul edildim. Orada eğitime yönelik dersler de vardı. Özellikle çocukların yaratıcılığını geliştirmeye yönelik dersler alma şansım oldu. Bu benim için çok önemliydi. Bunun eksikliğini çok fazla yaşamıştım ve bende, Türkiye’de bu sorunu nasıl çözebilirim düşüncesi gelişmeye başladı. O yolu açmam gerek diye düşündüm. Bununla beraber, o yıl benim için çok özel oldu. Çocuklarla çalıştığım süre boyunca bütün kalıplar yıkılıyordu, yaratıcılık öne çıkıyordu, çocukluğumu yeniden yaşıyordum. Enerjim bütün sınıfa yayılıyordu. Çok zevk aldım ve çok şey öğrendim. Bir yandan eğitimime devam ederken bir yandan da topluluklarda dans etmeye başladım.
Ancak kendi koreografilerimi yapmaya başladığımda artık dans etmek istemediğimi anladım. İlgi alanım yaratıcılığa odaklanmaya başladı. Mezuniyet projem için bir bütün geceyi almaya hocalarımı ikna ettim. Bu projede çok farklı bedenleri bir araya getirdim: Büyük, küçük, şişman, zayıf... İki tane dansçı olmayan kişiyi de dansçı olarak kullandım. Benim için özel bir deneyimdi.
Modern dansla tanışma süreciniz bedensel ve düşünsel kalıplarınızı yıkmanıza ve yaratıcılığınızı ortaya çıkarıp, geliştirip üretmenize, koreograflığa yönelmenize neden olmuş. Peki bu deneyimlerinizi Türkiye’ye nasıl taşıdınız?
Aydın Teker: Aslında bu çok kolay olmadı. İngiltere ve Amerika’da yaşadığım bütün bu süre boyunca deneyimlerimi Türkiye’de insanlarla nasıl paylaşabilirim, onlara, aynı zorlukları yaşamamaları için nasıl yardım edebilirim, nasıl yeni kapılar açabilirim diye hep düşündüm. Türkiye’ye bunları gerçekleştirebilmek amacıyla döndüm. Yurtdışındaki eğitimime devlet bursuyla gitmiştim. Döndüğümde bütün kapıların bana açılacağını sandım. Ancak hiç de öyle olmadı. Koreograf olarak Ankara Devlet Balesi’ne müracaat ettim fakat kabul edilmedim. İstanbul’da da aynı sonuçla karşılaştım. Bir tek, o dönemde de İstanbul Devlet Konservatuarı Bale Bölümü’nün başında olan Şebnem Aksan seni bünyemize seve seve kabul ederiz dedi. O zamanlar aslında konservatuarda ders vermeyi hiç düşünmüyordum, koreograf olarak devam etmek istiyordum. Şimdi düşününce, iyi ki de böyle olmuş diyorum. Şebnem Aksan, daha önce Amarika’da bulunduğu için modern teknik dersleri vermeye başlamıştı. Ben gelince bütün teknik ve doğaçlama derslerini bana devretti. Hatta ben büyük bir hevesle küçük çocuklara yaratıcı dersler vermeye başladım. Çocuklar çok heyecanlı ve yaratıcıydılar. Fakat bale öğretmenleriyle sorun yaşamaya başladım. Biz çocukları belli bir kalıbın içine sokmaya çalışırken sen onları bozuyorsun diye şikayette bulundular. Fakat çok inancım vardı ve bir şekilde ders vermeye devam ettim. Bir yandan da koreografi yapmaya başladım. Hem kendimin üretmesi hem de çocukların bu tür koreografilerin içinde olması gerekiyordu. Ancak çocuklar da çok zorlanıyorlardı, benim enerjime, tempoma, disiplinime ayak uydurmakta güçlük çekip beni Şebnem Aksan’a şikayet ediyorlardı. Ancak zamanla birbirimizi kabul etmeyi başardık. Hatırlıyorum: Okul kapalı. Yakıt yok. Eldivenlerle, atkılarla yirmi gün çalışıp bir parça bitirdik. Zor koşullarda da olsa ortaya oyun çıkarıyorduk. Ve o zamanlar koreografilerimde mümkün olduğu kadar çok öğrenciye yer vermeye gayret ediyordum. İçlerinden seçmiyordum. Ne kadar çok öğrenciyi katarsam o kadar öğrenci bu işin içine girecekti. Gerçekten de öyle oldu. Örneğin Serap Meriç, Bahar Vidinlioğlu, Ebru Anıt Ahunbay o dönemin öğrencileri. Bu dansçılar bir şekilde modern dansın içinde gerçekten kaldılar.
Ancak bu kez de başka zorluklarla karşılaştım. Öğrencileri kullanarak meşhur olduğum gerekçesiyle koreografi yapmam yasaklandı. Yurtdışında bir öğretim üyesinin bir eserinde yer almak çok büyük bir ayrıcalıktır. Bunun için seçmelere katılır. Oysa burada şikayetle karşılaştım. Bu benim hayatımda çok büyük bir değişim yarattı. O zamanlar İstanbul Sanat Merkezi boş bir binaydı. Birkaç tiyatro grubunun stüdyosu vardı. Ben de orada bir stüdyo kiraladım. Yere bir muşamba satın aldım. Bu arada Ebru Anıt Ahunbay liseyi bitirmişti. Onunla bir koreografi üzerinde çalışmaya başladık. Dolayısıyla, bu engel benim düşünce biçimimi değiştirdi ve ben mekana iş yapmaya başladım. Bazen zorlukların pozitif oluşumlara meydan verdiğini düşünüyorum.
Türkiye’de karşılaştığınız zorluklar sizin modern dansla ilişkinizi eğitim ve öğrencilere koreografi yapma doğrultusunda geliştirmiş. Peki, konservatuarda bir modern dans bölümü açma fikri nasıl gelişti?
Aydın Teker: Aslında, modern dans bölümü oluşturma önerisi, okulda bale bölümünde çok başarılı olmayan çocukları ortada bırakmama fikrinden doğdu. İlk yıl kendi istekleriyle bu yeni bölüme geçen üç öğrencimiz oldu. Buna karşılık dört hocaydık. Şartlarımız çok zordu. Stüdyomuz yoktu. Resim Heykel Müzesi’nde çalışmaya başladık. Ancak, bir süre sonra, titreşimden binanın zarar gördüğünü düşündüklerinden orada çalışmamıza izin vermediler. Ortada kaldık. Öğretmenler bir araya gelip aramızda para topladık ve İSM’de stüdyo kiraladık. Koşullara göre dersleri sürdürüp heyecanlarını kırmamak için bu zorlukları çocuklara yansıtmamaya gayret ettik. Ve bu zorluklara rağmen geçen on iki yılın sonunda bölümün sayısı kırka ulaştı.
Peki, bölümde verdiğiniz dersler ne tür bir eğitimi hedefliyor?
Aydın Teker: Bölümün ikinci yılında bir yıllığına tekrar New York’a gittim. Türkiye’de geçen bunca zamandan sonra yorulmuştum ve bir şekilde beslenmeye gerek duyuyordum. Bu kez çalışmalarım bedenin anatomik yapısı üzerine yoğunlaştı. Dansa analitik bir yöntemle yaklaştım. Somatik teorilerle yakın ilişkim oldu. Release teknikle daha yakından tanıştım. Müthiş bir inanç ve enerjiyle döndüm. Sonra da kendimi bir daha tüketmeden, sürekli bir potansiyel içinde, üretme becerisi kazandım. İçinde bulunduğum ortamı bir laboratuar biçimine dönüştürdüm. Biliyor iddiası taşımamam ve araştırma sürecini dansçılarla ve öğrencilerle paylaşmam beni hem koreograf hem eğitimci olarak çok rahatlattı. Öğrenciler de daha çok araştırmaya yöneldiler. Öğrencilerimizin bu araştırmacı kimliği Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Modern Dans Sanat Dalı’nın en önemli özelliği halini aldı.
Bölüm büyüdükçe öğrencilerinizi ve öğretim kadronuzu nasıl oluşturdunuz?
Bölüm büyüdükçe, bir süre sonra, biz öğretmenler, yetmemeye başladık. Bunun üzerine yurtdışından öğretmen getirmeye başladık. Bu yine kişisel çabalarla gerçekleştirildi. Bunda Şebnem Aksan’ın önemi son derece büyük. Gelen hocaları 6 yıl boyunca kendi evinde ağırladı. Böylelikle, biz misafir hocalardan çok büyük destek alabildik. Örneğin Rebecca Lazier, bölümün yapısını oluşturmada da bize destek olmuştur. Tüm bölüm hocaları onun derslerine katıldık ve o yıl bölümümüzde çok büyük bir atılım oldu. O gittikten sonra da ondan aldığımız yöntemi daha da geliştirebildik. Bölüm artık daha kaliteli öğrenciler barındırmaya başladı. Bazı mezunlarımız, örneğin Mihran Tomasyan, yurtdışında dans ediyordu, bazı öğrencilerimiz yurtdışında kurslara katılıyordu. Bunun sadece teknik anlamda değil aynı zamanda edindikleri izlenim açısından da önemi büyük. Başka toplulukları izleme ve oradaki dansçıların şartları ne kadar zorladıklarını görme imkanı yakalıyorlar. Çünkü gençlerimizin bütün bu zorluklarımızı yeterince kavrayabildiğini düşünmüyorum. Bu bizim toplumsal bir sorunumuz. Ailelerin çocuklarına her şeyi sunması, önüne koyması gibi... Ayrıca, modern dans alanında öğrencilerin önünde bir topluluğun olmaması, onların bir hedef doğrultusunda inançlarının da zayıf olmasına neden oluyor.
Ancak yine de zamanla bu bölümde hedef oluşturacak örnekler oluştu.
Evet. İçimizden Tuğçe Ulugün Tuna yetişti. Çok genç yaşta ders vermeye başladı. Ayrıca, çok deneyimli master öğrencilerimiz oluştu. Bu öğrencilerimize pedagojik bir eğitim de vermeyi düşündük. Böylece içimizden yetişebilecek öğretmen kalitesini de yüksek tutabilme olanağı yakalayacaktık. Her sınıfa öğretmen adayı iki tane master öğrencisi verdik. Birbirlerinin derslerini izleyip birbirlerine fikir vererek ve haftada bir kez bütün hocalar toplanarak hep beraber, dersleri nasıl daha verimli hale sokabileceğimizi tartışmaya başladık. Bu sistem çok başarılı oldu. Öğretmenlerimizde büyük bir ilerleme oldu. Hatta Tuğçe yurtdışında ders vermeye başladı. Bu bölümümüz için çok önemli bir gelişmedir.
Eylül ayında bölümünüze yeni öğrenciler alacaksınız. Başvuracak öğrenci adaylarında ne gibi özellikler arıyorsunuz?İleride, mezun olduklarında, ne gibi açılımlarda bulunmalarını bekliyorsunuz?
Her geçen yıl öğrenci sayımızda ve kalitemizde bir artış oluyor. Artık öğrenciler, daha önceki yılların aksine, nereye ve niçin geldiklerini biliyorlar. Daha bilinçliler. Önceleri, bir şarkıcının arkasında dans etmek için bölümümüze başvuran adaylar varken şimdi artık, modern dansın ne olduğunu bilen ve henüz çok da harika olmayan koşullara rağmen bölümümüze gelen öğrenciler var. Ayrıca, mezunlarımız koreografiler yaparak, dans toplulukları oluşturarak gelen yeni nesile örnek oluşturuyorlar ve bölümümüzü temsil ediyorlar. Dolayısıyla, beklediğimiz öğrenci, vasat, ayak uyduracak, koşullara uyacak öğrenci değil. Dansa inanan, dansla yaşamak isteyen ve Türkiye’de dansı başka bir yerlere taşıyacak insanları bekliyoruz. Amacımız, sadece teknik açıdan güçlü değil, farklı düşünebilen, sıra dışı önerileri olabilen ve dansı ileriye taşıyabilen öğrencilere sahip olmak.
Umarız onca zorluklara rağmen oluşturduğunuz modern dans bölümü ve etrafında oluşan modern dans ortamı yeni öğrencilerle çok daha ilerilere gitsin, yeni oluşumlara yol açsın ve uluslararası buluşmalarda da daha çok yer alsın. Teşekkürler.
No comments:
Post a Comment